26 Mart 2014 Çarşamba

Seyirci Etkisi: Yardıma ihtiyacı olan insanlara neden yardım etmiyoruz?

Kitty Genovese
Tarih, 13 Mart 1964; yer, New York’un Queens Bölgesindeki Kew Gardens. Saat, gecenin üçü. Birazdan, Amerikan kamuoyunu sarsacak ve sonra da, tüm sosyal psikoloji kitaplarına girecek bir cinayet işlenecektir. Kitty (Catherine) Genovese adındaki genç kadın, evine doğru yürümektedir. Genç kadının arkasından tecavüz amaçlı yaklaşan bir erkek (Winston Moseley), bıçağıyla Kitty Genovese’i tehdit eder. Kitty, karşı koyar ve bağırarak yardım ister. Tecavüzcü, Kitty’yi bıçaklar ve kaçar. Daha sonra, etraftan bir ses çıkmadığını gören tecavüzcü, tekrar Kitty Genoves’in yanına gelir. Sürünerek evine doğru gitmeye çalışan genç kadın, tekrar bağırır. Bu bağırmaya, sokaktaki evlerin bazılarının ışıkları yanar. Bundan korkan saldırgan, Kitty Genoves’i tekrar bıçaklar ve kaçar. Ancak, yardıma kimse gelmez. Bundan cesaret alan tecavüzcü, Kitty Genoves’in yanına tekrar gelerek, bağırarak yardım istemekte olan genç kadına son bıçak darbelerini de indirir ve karanlıkta kaybolur.
Winston Moseley

Olaydan birkaç gün sonra, Times’ın Pulitzer ödüllü yazarı A. M. Rosendal, kentin emniyet müdürü ile yemek yerken, Kitty Genovese cinayetini emniyet müdüründen işitir. Bu olayda emniyet müdürü için normal olan, ancak Rosendal’i şaşkına çeviren bir şey vardır. Polislerin, görgü şahitleri ile yaptığı konuşmalarda, 38 kişi olayı görmüştür. Rapordan anlaşılmaktadır ki, Kitty Genoves’in yardım için ilk bağırışının duyulması ile, tecavüzcünün, genç kadını en son bıçaklayıp kaçması arasında otuz beş dakika geçmiştir. Kitty Genovese, bu süre içinde devamlı yardım istemiş ama kimse yardıma gelmemiştir. Rapora göre 38 kişiden hiç kimse polise, saldırı hakkında ihbar için telefon açmamıştır.
Rosendal, olayı detayları ile birlikte gazetesine taşır. Cinayet olayı, Amerikan kamuoyunu epey meşgul eder. Haber; diğer TV, gazete ve radyo kanallarına yayılır. Tartışma programları yapılır.
Kişilerin, Kitty Genovese ve benzeri olaylara seyirci kalması nedeniyle bu olay Seyirci Etkisi (Bystander Effect) şeklinde isimlendirilmiş, sosyal psikoloji biliminin içine ayrı bir konu olarak girmiştir.

2010'da İtalya'da bir metro istasyonunda yaşanan ve Maricica Hahaianu adlı kadının ölümüyle sonuçlanan aşağıdaki olayda insanların bir süre yerde yatan kadına yardım etmemesi de Seyirci Etkisine örnek olarak gösterilmiştir.

Böyle bir olay karşısında şunu sormak gerekiyor. Bazen, zor durumdaki kişi ve kişilere neden yardım ederiz? Yeri geldiğinde yanan binalardan kişileri kurtarır, kavgaları ayırırız buna karşılık bazen de yardım etmeyiz? Neden?
Kamuoyunu rahatsız eden bu olay, sosyal bilimlerle ilgilenen Bibb Latane ve John Darley isimli iki sosyal bilimci profesörün dikkatini çeker.
Latane ve Darley, bu olayda, şahitlerin duyarsız kalmasını, sadece “görgü tanıklarının korkmasına” bağlamazlar. Bazı deneyler ve araştırmalar yaparak, olayla ilgili hipotezler ileri sürerler.
Latane ve Darley’e göre bu tür olaylarda duyarsızlık gibi görünen kavramın altında iki ana unsur yatmaktadır.
1- Bir kişi, kalabalık bir ortamda yardıma ihtiyaç duyacak şekilde zor bir duruma düşerse, çevredeki her bir kişi, diğerinin olayla ilgileneceğini düşünür ve dolayısıyla, kalabalık ortamda, yardım edilecek kişi için bireyin (yardım edecek kişinin) potansiyel sorumluluğu azalır.
2- Çoğu kişi için, acil bir durum, gerçekten de acil bir durum gibi görünmez. Sokakta yatan adam, kalp krizi mi geçirmiştir yoksa alkolden sızıp kalmış bir sarhoş mudur? Eğer evin içinde isek, sokaktan gelen bir ses, bir silah sesi midir yoksa bir arabanın egzozu mudur? Bitişik daireden gelen gürültü, polisi çağıracak kadar önemli bir kavga mıdır yoksa, hiç kimsenin karışmaması gereken ve birazdan bitecek olan bir karı koca münakaşası mıdır? Eğer yardım ederse, aslında yanlış anladığı olaydan dolayı utanacak mıdır?
Bu gibi durumlarda, olaya şahit olan bizler, diğer kişilere bakarız. Diğerleri ne yaparsa bizler de onu yaparız. Kalabalık ortamda bir kişi yere düştüğünde, diğer kişilerde, düşen kişiye yardım etmeye yönelik bir telaş yoksa bizler de, telaşlanacak bir şey olmadığını düşünür, diğerleri gibi davranır ve düşen kişiye yardımcı olmayız. Sosyal bilimlerde, bir olay karşısında, diğerlerinin davranışına bakarak, bu davranışın doğru olduğuna karar verip bizim de aynı davranışta bulunmaya “Toplumsal Kanıt İlkesi” denir.
Diyelim ki bir tiyatrodasınız. Bir seyircinin, “yangın var” diye bağırdığını varsayalım. Bu durumda, çevremize bakarız. Eğer kişilerde bir heyecan, bir hareketlenme yoksa, durumun acil olmadığına kanaat getirir, yerimizden kalkmaya yönelik bir davranışta bulunmayız. Latane ve Darley’e göre, böyle durumlarda çoğulcu bir kayıtsızlık devreye girmektedir. Bir başka deyişle, “sayı çokluğunun güvencesi” bizi toptan bir yanılgıya götürmektedir.
İsterseniz, biraz da yapılan deneylere bakalım.
Bir deneyde, işe eleman almak için verilen bir ilana başvuran kişiler, başvuru formunu doldurmaları için bir odaya alınır. Kişi, formu doldururken odada yalnız bırakılır ve odanın bir tarafından da içeriye yavaşça duman verilir. Görülmektedir ki, odada sadece bir kişi bulunduğunda, kişilerin % 75’i, durumu ilgililere haberdar etmektedirler. Diğer bir ifade ile, odada tek kişinin bulunduğu yüz adet deneyde, 75 kişi, dumanı bir tehdit olarak algılayıp, idareyi haberdar etmektedirler. Buna karşılık, odaya, başvuru doldurması için 3 kişi alındığında, haberdar etme oranının % 38’e düşmektedir. Toronto’da yapılan başka ve benzer deneyde, tek kişilerde aynı oran % 90 iken, üç kişi ile yapılan deneyler için % 16 oranı elde edilmiştir.
Aşağıdaki video duman deneyine bir örnektir.

Başka bir deneyde, yolda sara krizi nedeniyle yere düşen bir kişiye (yere düşen kişi, sara krizine kapılmış gibi görünen, deneyden haberi olan yalancı denektir) o anda çevresinde tek kişi varken, yardım edenlerin sayısı % 85 iken, çevrede beş kişi olduğu zamanda ise bu oran %30 olmuştur. Burada da, olaya şahit olanların sayısı arttıkça, başkalarının davranışlarına bakarak, olayın acil bir durum olmadığına kanaat getiririz.
Görüldüğü gibi, yardım gerektiren bir olay karşında ve kalabalık ortamda, yardım oranının düşmesinin nedeni, tek kişi olduğumuz durumdakine göre üstleneceğimiz sorumluluğu azalmasıdır. Bir başka deyişle, kişilerin artan sayısı, sorumluluğumu azaltmakta ve beni, o yardımı yapmaktan alıkoymaktadır. Eğer, ortamda tek kişi isek, bu defa da, yardım etmeme durumu ile kendimizi suçlu hissetme mekanizması devreye girmekte, bizi yardıma yönlendirmektedir.
Tabii ki, başka etkenler de, seyirci etkisi veya sorumluluk paylaşımı gibi değerleri etkilemektedir. Söz gelimi, yardım edilecek kişinin kadın veya erkek olması, giyilen kıyafetin düzgünlüğü, onunla olan yakınlığımızın derecesi, yardım zamanının gece veya gündüz olması, şehir içi bir yolda veya bir otobanda olmak, gibi ortamları örnek verebiliriz.
Aşağıdaki videodaki deney kadın/erkek olmanın ya da giyiminizin size yardım edilmesini nasıl etkilediğini göstermek üzere yapılmıştır.
Bu deneyde de insanlarla aramızdaki yakınlığın o kişiye yardım etmemiz üzerindeki etkisi görülmektedir.
 (Erol Güldürsün'ün "Kitty Genovese Olayı" isimli yazısından alıntılanmıştır.)

13 Şubat 2014 Perşembe

What I Be Project

Steve Rosenfield tarafından hayata geçirilmiş bir proje.
Bilindiği üzere her toplumun kendine göre belli kalıpları var ve bu kalıpların dışında kalan insanlar daima dışlanır, alaya alınır, yargılayıcı bakışlara ve sözlere maruz kalırlar. Projenin amacı da insanlara her zaman farklılıklar olabileceğini göstermek ve insanların birbirlerini açık yüreklilikle kabul etmelerini sağlamak.
Proje bir sosyal deney olarak başlayıp küresel bir harekete dönüşmüş durumda.
Proje adını Steve'in arkadaşı olan Micheal Franti'nin aynı isimli bu şarkısından almış.
Fotoğraflardan bazıları şöyle:
 "Yetim"
 "Her zaman (senden) daha iyi biri vardır."
"Düşünmeyi bırak."
"Paranoyak"
"Çirkin"
"Kaltak"
"Odadaki şişman kız"
"Başkaları ne düşünür?"
 Fotoğrafların tamamı için tıklayın.

27 Ocak 2014 Pazartesi

54 Yıl Süren Maraton

Shizo Kanakuri, 1891 Japonya doğumlu bir atlet. Japonya'nın en iyilerinden ve ülkesinde "maratonun babası" olarak anılmakta.

Kanakuri, 1912 Stockholm Olimpiyatları'na Japonya'nın gönderebildiği iki yetenekli atletten biriymiş. Maratonun yapıldığı gün beklenin üzerinde bir sıcaklık -40 derece- varmış. Bu yüzden koşucuların yarısından fazlası
hipertermi*ye girmiş. Sıcaklığın üstüne yaptığı uzun yolun yorgunluğu ve yerel yemeklerle ilgili yaşadığı problemler de eklenince Shizo Kanakuri parkurun yarısında bilincini kaybetmiş. Çiftçi bir aile onunla bir süre ilgilenmiş. Kanakuri daha sonra maraton yetkililerine haber vermeden Japonya'ya dönmüş. İsveçli yetkililer 50 yıl boyunca Shizo Kanakuri'nin maraton esnasında kaybolduğunu düşünmüşler. Japonya'da yaşamaya devam ettiğinin anlaşılması tam 50 yıl almış. 1966 yılında bir İsveç televizyon kanalı onunla irtibata geçip şimdi yarışı bitirmek isteyip istemediğini sormuş. Bu sırada 65 yaşında olan Kanakuri teklifi kabul etmiş. İsveç'e gidip yarışı bitirmiş. Böylece yarışı bitirmesi tamı tamına 54 yıl, 8 ay, 6 gün, 5 saat, 32 dakika and 20.379 saniye sürmüş.
Kanakuri yarışı bitirdiğinde şöyle demiş: "Uzun bir yolculuktu. Buraya gelene kadar evlendim, 6 çocuğum ve 10 torunum oldu."

Aşağıdaki fotoğrafta bitiş çizgisinden geçerken görülüyor.

Kanakuri, 92 yaşında Japonya'da vefat etmiş.


*Hipertermi: vücut sıcaklığı 41 °C veya daha yüksek bir değere yükseldiğinde ortaya çıkan ve termoregülatör mekanizmaların bozulmasına, sıcak çarpmasına yol açabilen bir durumdur. (vikipedi)

26 Ocak 2014 Pazar

"İkiyüzlülüğün" Yaratıcı Hali

Sebastian Bienek, 1975 Polonya doğumlu bir yönetmen, yazar, ressam ve fotoğrafçı. Neredeyse sanatın her dalına biraz el atmış. Basılı bir kitabı ve uzun metraj bir de filmi var.
Burada 2013 yılında yayınladığı Doublefaced isimli foroğraf serisine göz atacağız. Yakın zamanda gözünüze çarpmış olması muhtemel. Tüm fotoğrafları görmek isteyenler için link.


25 Ocak 2014 Cumartesi

Alive Without Breath

Keng Lye, Singapur'lu bir sanatçı. Boya ve reçine kullanarak canlı gibi görünen hayvan "heykelleri" yapıyor. Kaseleri, kovaları katman katman boyayarak dolduruyor. "Alive Without Breath" adını verdiği sergisinin bazı parçalarını aşağıda bulabilirsiniz.
Kullandığı teknik Riusuke Fukahori'ninkine çok benzediğinden bu linke tıklayarak yapılışı konusunda fikir sahibi olabilirsiniz.

24 Ocak 2014 Cuma

Yemekten Tablolar

Hong Yi, Malezyalı bir mimar ve sanatçı. "Fırçasız resim yapmayı seven sanatçı" olarak anılıyor, çünkü tablolarının hiçbirinde bildiğimiz klasik yöntemleri kullanmamış. Kullandığı şeyler arasında: çiçekler, kahve, pirinç, çeşitli yiyecekler, erimiş mum damlaları, çoraplar, baketbol topu ya da kahve kupasıın bıraktığı izler bile var. Şimdilik burada tamamamını sadece yemeklerden yaptığı çalışmaları paylaşacağım.
Portfolyosuna göz atmak isteyenler buraya tıklayabilir. Instagram'da takip etmek isteyenler için de kullanıcı adı: @redhongyi.

23 Ocak 2014 Perşembe

Haydutlar Kraliçesi

1963 Hindistan doğumlu bir "haydut" Phoolan Devi. Zaten bilinen adı da "Haydutlar Kraliçesi".
Doğduğumda bir köpekten daha değersizdim, şimdi bir kraliçeyim. Çoktan ölmüş olmalıydım, ama hala canlıyım. Tanıklığım, benimki gibi bir yaşamın bir daha asla yinelenmemesi için yeryüzündeki tüm yoksullara ve ezilmişlere uzanan bir el olsun…
sözlerinin sahibi kadın.
Bu cümleleri kurmasına sebep olan hayat hikayesine gelirsek:
Çiftçi bir ailenin dördüncü ve en küçük çocukları. Babaannesi ve dedesi kısa süre arayla vefat ettikten sonra, amcaları aile reisi konumuna yükselmiş ve toprağın denetimini de eline geçirmiş. Amcası Phoolan'ı, ablası ve annesini döven bir adammış. Toprağın yanlış işetildiğini düşünen Phoolan daha 11 yaşındayken ablasıyla oturma eylemi yapmış ve ne yaptılarsa kalkmamış. Bu yüzden daha o yaşta amcası tarafından kendinden 20 yaş büyük biriyle evlendirilmiş. Defalarca evden kaçmış ve her seferinde ailesi tarafından cezalandırsın diye kocasına teslim edilmiş. Kocası sonunda Phoolan'ı geri almak istememiş. 3 yılın sonunda ailesi kocasını onu geri alması için ikna ettiyse de bir süre sonra tekrar baba evine gönderilmiş. Evlenmiş bir kadının baba evine dönmesi Hindistan'da tabu kabul edildiğinden toplum tarafından dışlanmış. Toprağı işleten kuzeniyle sürtüşme yaşayınca kuzeni kişisel eşyalarını çaldığı gerekçesiyle Phoolan'ı polise ihbar etmiş. Hapiste geçirdiği 3 gün boyunca polis tarafından şiddete maruz kalmış ve tecavüze uğramış. Çıktığında ailesi onu tekrar kocasına vermek istediyse de kocası reddetmiş, böylece 15-16 yaşlarında Phoolan tamamen baba evine dönmüş.
Çok fakir bir kasabada doğup büyüyen Phoolan 1979'da bir haydut çetesine katılmış. Katılma sebebi konusunda kaçırıldığı ya da hayatından kaçmak için kendi isteğiyle katıldığı gibi çeşitli spekülasyonlar olsa da otobiyografisinde katılmasının sebebini "kader" olarak açıklamıştır. Katıldıktan kısa bir süre sonra çete lideri onunla cinsel ilişkiye girmek istemiş fakat çetenin ileri gelen üyelerinden Vikram tarafından kurtarılmış. Vikram ertesi gün çete liderini öldürmüş ve bir karısı olmasına rağmen Phoolan'la birlikte yaşamaya başlamışlar. Birkaç hafta sonra çete Phoolan'ın kocasının yaşadığı köye saldırmış ve Phoolan herkesin gözü önünde kocasını bıçaklamış ve yanına yaşlı adamların küçük kızlarla evlenmemesi gerektiği söyleyen bir not bırakmış. Köy halkı korkudan adama dokunamamış ve ölüme terk etmişler. Bu olaydan sonra çetenin tek kadın üyesi olan Phoolan silah kullanmayı öğrenip çetenimn baskınlarında faal olarak görev almış.

Bir süre sonra çetenin eski liderinin destekçisi olan iki kardeş, ölümünden sorumlu tuttukları Phoolan'ı dövüp taciz etmişler. Vikram, Phoolan'ı onların elinden aldıysa da hiç destekçileri olmadığını görünce uğradıkları bir silahlı saldırı sonucu kaçmaya karar vermişler. Kaçarlarken Vikram öldürülmüş, Phoolan ise yakalanıp bir odaya kapatılmış ve orada kaldığı üç hafta boyunca çeşitli erkekler tarafından sayısız kere tecavüze uğramış, dövülmüş. Sonunda kaçmayı başardığında kaçmasına yardım eden kişiye aşık olmuş ve beraber yeni bir çete kurup çeşitli soygunlar yapmaya başlamışlar. Yaklaşık bir buçuk yıl sonra intikam için çeteyle beraber Phoolan'ın zorla tutulduğu köye dönmüşler ve burada 22 çete üyesini öldürmüşler. Bunun üzerine polisler insan avı başlattıysa da Phoolan'ı yakalayamamışlar. Bunun sebebinin Phoolan'ın Robin Hood misali yoksullara yardım etmesi olduğu söylenir. Ayrıca bu olay Phoolan'ın "Haydutlar Kraliçesi" olarak anılmaya başlamasına sebep de olmuş.
Bu katliamdan 2 yıl sonra Phoolan çok da sağlıklı bir halde değilken ve çetesinin üyelerinin çoğu ölmüşken teslim olmaya karar vermiş. Böylece 1983'te tutuklanmış ve cezaevine konmuş. Cezaevinde olduğu dönemde istemediği bir ameliyatla rahmi alınmış. Doktor Phoolan'ın başka Phoolan Devi'ler yetiştimesini istemediklerini belirten bir açıklamayı ameliyatın sebebi olarak göstermiş. 1994'te hapisten çıkmış ve hakkındaki bütün suçlamalar düşürülmüş.
1996'da siyasete atılmış ve girdiği ilk seçimi kazanmış. Liderliği sırasında halkın alt tabakasından insanlara kendini koruma sanatının öğretilmesini sağlamış. Bu sürede ablasının kocasıyla da bir evlilik gerçekleştirmiş. 1999'da verdiği bir röportajda amacının kadınlara eğitimde ve iş hayatında eşitlik; fakirlere içme suyu, elektrik, okul ve hastane imkanı sağlamak olduğunu söylemiş.
Bir süre sonra katliam sırasında öldürülen erkeklerin dul eşleri tarafından protesto edilmeye başlamış ve bu siyasi hayatında çalkantılara sebep olmuş.
25 Temmuz 2001'de katliamın intikamını almak isteyen 3 maskeli adam tarafından beş yerinden vurularak öldürülmüş.
Daha detaylı bilgi almak isteyenler için henüz o hayattayken çekilmiş 1994 yapımı Bandit Queen isimli biyografik bir film ve Türkçe'ye "Haydutlar Kraliçesi" olarak çevrilmiş The Bandit Queen of India: An Indian Woman's Amazing Journey From Peasant to International Legend isimli bir de otobiyografisi mevcut.