17 Aralık 2013 Salı

Sinestezi

En sevdiğiniz kitabın "kare"ler gibi koktuğunu hayal edin. Ya da 4 rakamının erkek olduğunu, renkleri duyduğunuzu? Eğer bunlar size o kadar da mantıksız gelmiyosa siz "sinestezik"siniz. Yok eğer okuduklarınıza hiçbir anlam veremediyseniz sizi yazının devamına alalım.
Sinestezi "birleşik duyu" anlamına gelen bir duyunun diğer duyuyu tetiklemesiyle oluşan bir çeşit hastalık. Aslına bakarsanız hastalık demek ne kadar doğru bilemiyorum, daha ziyade bir farklılık. Sinestezi algıladığımız şeyleri bir araya getiriyor: harflerle cinsiyetleri, seslerle aromaları, rakamlarla kokuları gibi.
Sinestezi sahip olduğunuz herhangi iki duyu özelliğini bir araya getirebilir. Belli bir formu yok. Fakat en çok karşılaşılanı reklerle harflerin ya da rakamların bir araya gelmesi. Sinestezinin bu formuna sahip insanlar her zaman belli harfleri belli renklerde görüyorlar. Örnek vermek gerekirse:

Sinestezi hastaları bu cümleyi bu şekilde görebilir.

Bazı insanların 3 duyuyu dahi birleştirdiği oluyor, fakat bu çok çok nadir karşılaşılan bir durum.
Sinesteziyi teşhis etmenin henüz resmi bir yolu yok, sadece herkesin katılmadığı belli birkaç metod var.
Sinestezinin oluşumuna gelirsek, bu kendiliğinden oluşan bir durum. Yani hastalar duyuları üzerinde uğraş göstermiyorlar. Bir metne baktıklarında bütün a harflerini kırmızı görmeleri için çaba sarfetmelerine gerek yok. Kendiliğinden oluyor. Bir başka özellikse duyunun her seferinde aynı şekilde karışması. Yani eğer a harfleri kırmızıysa her zaman kırmızı kalıyor. Başka bir metne baktığınızda farklı bir renk görmüyorsunuz. Ya da çikolata yerken belli bir tını duyuyorsanız hep ayı tınıyı duyuyorsunuz. Sinesteziklerin bir diğer farklılığı da ezberleme şekilleri. Diyelim ki bir sinestezik için Ayşe ismi sarı renkte. Bu durumda bu hastanın aklına isim yerine renk yerleşiyor ve hasta ismi hatırlamak istediğinde önce sarı rengi hatırlayıp oradan Ayşe ismini hatırlıyor.
Sinestezi hastalığına sahip birçok insan bunun hiç farkına varmıyor. Belli harfleri belli renkte görseniz bunu fark etmeniz daha muhtemel tabi ama çilek yediğinizde aklınıza belli bir şarkı ya da renk geliyorsa bunu sadece "anımsamak" olarak düşünüp üstünde durmamanız da mümkün.
Şimdiye kadar sinestezi hastası olduğu bilinen kişiler üzerinden çıkarılan sonuçlara göre sinesteziklerin çoğu kadın, solak, nörolojik olarak normal ve sinestezik bir akrabaya sahip.
Birkaç sinestezi türünden bahsetmek gerekirse: en bilindik olanı yukarıda bahsettiğim gibi harfler ya da rakamlarla renklerin karıştırılması.
İkinci olarak seslerin renklerin karıştırılmasını söyleyebiliriz. Amerikalı nörolog Richard Cytowic'e göre sinestezinin bu türü "havafişeklere" benziyor. Bazen etrafımızda duyduğumuz günlük seslerde bile (tabakların birbirine çarpması, köpek havlaması gibi) bu hastaların gözleri önüne basit şekiller ve renkler geliyor, ses kesilir kesilmez de görüntü kayboluyor. Bu türe sahip bazı hastalarsa sadece belli bir şarkı esnasında hatta sadece belli bir nota esnasında renkler görebiliyor. Bu tür sinesteziklerin çoğuna göre yüksek sesler ve notalar daha parlak renkte görünüyor.
Bir diğeri "kişileştirme". Bu tür sinestezide hastalar rakamları, harfleri hatta ayları, günleri çeşitli kişilik özellikleriyle benimsiyorlar. Örneğin, bir hastaya göre 4 çok güvenilmez durabilir, T harfi seksi bir kadındır, perşembe günleri içten pazarlıklı olabilir.


Aşağıda gördüğünüz tablo sinestezi hastalarının genellikle rakamları nasıl gördüğü üzerine hazırlanmış.


Bir diğer örnekse aşağıdaki 5 ve 2lerle dolu tablo. Sinestezi sahibi olmayan insanlar için 2leri bulmak zaman alabilir.
   

Oysa sinestezi hastaları tabloyu şu şekilde görüyor:



Sinestezi hastası bazı ünlülerse şöyle: Şarkıcı Tori Amos, Fransız şairler Charles Baudelaire ve Arthur Rimbaud, Amerikalı rapçi Pharrell Williams, Marina & The Diamonds'ın solisti Marina Diamandis, Rus gazeteci Solomon Shereshevsky, Pink Floyd'un kurucusu Syd Barret, www'nun geliştiricilerinden biri olan bilgisayar bilimci Robert Cailliau.

Bazı bilim adamlarına göre sinestezinin sebebi beyindeki "çapraz-akım". Belli bir alıgısal sistemde kalması gereken bir nöron ya da sinaps bir şekilde başka bir algısal sisteme geçiyor ve bu da algıların karışmasına sebep oluyor. Ne var ki bu görü kanıtlanmış değil. Bir diğer teoriyse doğuşta aslında hepimizin sinestezik olduğu büyürken bu özelliği kaybettiğimiz yönünde. Bununla ilgili yapılmış çalışmalar da var ama bu şekilde kabul edilmiyor sanırım.
Tedavisinden de bahsedecek olursak: henüz bilinen bir tedavisi yok. Kaldı ki birçok insana göre bu hastalıktan ziyade bir yetenek. Bu yüzden çoğu sinesteziğin zaten tedavi olmaya dair bir çabası yok.
Son olarak eğer merak ediyorsanız buradan sinestezi hastası olup olmadığınızı test edebilirsiniz.

11 Aralık 2013 Çarşamba

Dünyanın En Zeki Adamı?

Kim Ung-Yong, 1963 Güney Kore doğumlu bir inşaat mühendisi.

Kim 6 aylıkken konuşmaya başlamış. 3 yaşına geldiğinde Japonca, Korece, İngilizce ve Almancanın da aralarında bulunduğu birçok dili okuyabiliyormuş. Kendisi de bir profesör olan babasının dediğine göre, Kim 4 yaşındayken İngilizce ve Almanca iki biner kelimeyi ezbere biliyormuş. O yaşta Korece ve Çince şiirler yazmış, iki de kitap. Bir dergide Kim hakkında yayınlanan makaleyi okuyan bir öğretmen onunla iletişime geçmiş ve 1967'de yani Kim sadece 4 yaşındayken liseye kaydolmuş. Yine aynı yıl normalde 7 yaşındaki çouklara uygulanan IQ testinde 200 puan yapmış. 14 yaşındayken bir Japon televizyon programında integral matematik problemleri çözmüş. Bu özellikleri nedeniyle Guinness Rekorlar Kitabı'na 210 IQ'yla "en yüksek IQ'lu insan" olarak girdiyse de 1990 yılında bu ünvan IQ testlerinin pek güvenilir olmadığı gerekçe gösterilerek kitaptan çıkarılmış.
IQ testlerinin güvenilirliği tartışılır ama yaptıklarına bakınca zaten Kim Ung-Yong'u dünyanın en zeki insanı kabul etmek mümkün bence.

5 Aralık 2013 Perşembe

Kardan Sanat Yapan Adam


Simon Becki'yle tanışın.
Günde ortalama 10 saatini harcayarak kar ayakkabılarıyla yürüdüğü yerlere resim çizen bir adam. Çizdiği şekillerin bazıları yaklaşık 6 futbol sahası büyüklüğünde oluyormuş. Çalışmalarının bazıları aşağıda:

4 Aralık 2013 Çarşamba

Sylvia Plath

Bugün diğerlerine göre daha bilindik bir isimden bahsedeceğim: Sylvia Plath.
1932-1963 yılları arasında yaşamış Amerikalı şair, yazar. En ünlü kitabı 1979'da filmi de çekilmiş olan romanı The Bell Jar'dır (Sırça Fanus) desem yanlış olmaz sanıyorum.
Sylvia 8 yaşındayken şeker hastalığı yüzünden babasını kaybetmiş. Babası yakın bir arkadaşının akciğer kanserinden ölmesinden sonra kendi hastalığının belirtilerini yaşamaya başlamış ve belirtileri arkadaşınınkine benzetip kendini de akciğer kanseri olduğuna adte ikna etmiş ve bu yüzden hastalığına hiçbir tedavi aramamış. Aramaya karar verdiğinde de artık çok kalınmış bir evreye girmiş şeker hastalığı. Babasının ölümü Sylvia'nın Tanrı konusundaki inancını epey etkilemiş ve bundan sonraki hayatında dini görüşüyle ilgili kararsız kalmış.
Üniversite yıllarında intihara yeteri kadar cesareti olup olmadığını görmek için bacaklarına küçük kesikler yapmaya başlamış. Yaşadığı depresyon nedeniyle bir süre elektroşok tedavisi görmüş. Ve ilk intihar girişimini 1953'te evin altına emekleyip annesinin haplarını yutarak yapmış. Emekleyip saklandığı yerde 3 gün boyunca bulunmadan yatmış. Yine de hayatta kalmayı başarmış. Bu olay nedeniyle 6 ay psikiyatri servisinde yatmış ve tekrar elektroşok tedavisi görmüş. İyileştikten sonra tekrar üniversiteye dönmüş ve 1955'te en yüksek dereceyle mezun olmuş. Daha sonra burs kazanıp Newham College'e gitmiş. Burada yazdığı şiirleri okul gazetesinde yayınlamaya başlamış.
Henüz 1. sınıftayken bir dergide Ted Hughes'un şiirlerini okuyup çok beğenmiş ve onunla tanışmak için bir partiye gitmiş. Burada tanışmışlar ve üzerinden çok geçmeden 1956'da evlenmişler. 1957'de beraber Amerika'ya taşınmışlar. Sylvia mezun olduğu üniversitede hocalık yapmaya başlamış. Fakat bir süre sonra hem öğretmenlik yapmaya hem de yazmaya yeterli enerjiyi bulamadığından işinden ayrılmış. Yaratıcı yazarlık dersleri almaya başlamış ve yazılarına daha fazla odaklanmış. 1960 yılında çiftin Frieda isimli bir kızları olmuş. Aynı yıl Sylvia yarı-otobiyografik romanı The Bell Jar'ı yayınlamış. 1962'de Nicholas ismini verdikleri bir de oğulları olmuş. Oğulları doğmadan önce Sylvia, Ted'in evlerini kiraya verdikleri Assia isimli kadınla ilişkisi olduğundan şüphelenmeye başlamış. Bu yüzden oğulları henüz birkaç aylıkken bir trafik kazası geçirmiş. Asıl amacı bu kazada ölmekmiş fakat amacına ulaşamamış. Aynı yıl Sylvia eşinin ilişkisinden emin olmuş ve çift yollarını ayırmış. Bu ayrılık kariyeri açısından Sylvia'ya çok iyi gelmiş ve hayatının en verimli dönemini geçirmiş. Hayatının son aylarında yazdığı bu 26 şiir öldükten sonra Ariel isimli şiir kitabında toplanmıştır.
Çocuklarıyla birlikte yalnız bir anne olarak yaşamaya başlayan yazar Londra'ya taşınmış. O yıl (62-63 kışı) kış 100 yılın en soğuk kışı olarak geçmiş. Biri 2 yaşında diğeri 9 aylık olan çocukları soğuk yüzünden sürekli hastalanmış. Telefonu bile olmayan bir evde böyle bir kış geçirmek depresyonunun geri dönmesine sebep olmuş. Yakın bir arkadaşı da olan Dr. John Horder ölümünden birkaç gün önce Sylvia'ya antidepresan yazmış. Fakat Sylvia'nın ilaç kullanmasıyla ilgili iki tartışma vardır. Kimilerine göre antidepresanların ekisini göstermesi yaklaşık 3 haftayı bulduğundan bu ilaçların hiçbir yararı olmamıştı. Kimilerine göreyse Sylvia bu ilaçları hiç kullanmamalıydı hatta Amerika'daki doktoru bu ilaçların iyi gelmekten çok onu kötü etkileyeceğini söylemişti. Fakat Horder ilaçları farklı bir ad altında Sylvia'ya vermiş, böylece Sylvia antidepresan kullandığını fark etmemişti.
Eleştiriler bir kenarda dursun Horder'ın desteği bununla sınırlı kalmamış. Onun için iki çocukla böyle günler geçirmenin ne kadar zor ve riskli olduğunu bilen doktor Sylvia'yı her gün ziyaret edip hastaneye yatması ikna etmeye çalışmış. Başarılı olamayınca eve gelip çocuklara bakacak bir hemşire ayarlamış.
Slvia ölümünden bir gün önce alt komşusuna gidip ertesi gün 9'da bakıcının geleceğini o evde olmayacağı için kapıyı onun açmasını rica etmiş. Ve 11 Şubat 1963 sabahı çocukları uyurken onlara süt ve kurabiye hazırlamış. Kapılarını kapatmış. Kapının altına ıslak havlu sıkıştıp kenarlarını sıkı bir şekilde bantlamış. Mutfağa dönüp kafasını fırının içine sokmuş ve gazı açarak intihar etmiş.
9'da eve gelen hemşire kapıyı açan olmayınca apartmandakilerden yardım isteyerek kapıyı açtırmış ve Sylvia'nın cansız bedeniyle karşılaşmış. Bir rivayete göre Sylvia aslında "yine" ölmek istememiştir. Bu intihar girişiminden de kurtulmak ve bu deneyimi üzerine şiirler yazmayı amaçlamıştır. Bu düşünceyi savunanlar arkasında bıraktığı "Dr Horder'ı ara" notunu ve intihar etmeyi planladığı saatin hemşirenin gelişine bu kadar yakın olmasını gösterirler. Öyle ya da böyle Sylvia Plath'in son intihar girişimi başarılı olmuş ve arkasında biri 3 diğeri 1,5 yaşlarında iki çocuk bırakmıştır. Ölümünün Ted Hughes'un yıkıldığı söylenir. Öldüğü esnada hala resmi olarak evli sayıldıklarından Sylvia'nın mezar taşında Sylvia Plath Hughes yazar. Ted'den nefret eden hatta ölümünden sorumlu tutan hayranları sık sık mezar taşına Hughes yazısı silinecek şekilde zarar verirler.
Hughes yıkılmıştır, çok üzülmüştür denir ama Assia'yla olan ilişkisine de devam etmiş. Hatta Assia, Sylvia'nın ölümü sırasında hamileymiş fakat kısa bir süre sonra çocuğu aldırmış. İlerleyen zamanlarda tekrar hamile kalmış ve 1965'te bir kızları olmuş. Çok geçmeden 1969'da henüz kızları 4 yaşındayken Assia belki de Sylvia'nın ölümünün ağırlığıyla, bilinmez, mutfaktaki gazı açıp biraz da hap alarak intihar etmiş hatta kızını da yanında götürmüş.
Birlikte olduğu iki kadının da ölümü Hughes'un kadınlara kötü davrandığıyla ilgili söylentilere nedne olmuş. Hughes bunun çok takmamış olacak ki 1970'te bir hemşireyle ikinci evliliğini yapmış ve 1998 yılında vefat edene kadar evli kalmışlar.
Hughes'un ölümünden 10 yıl kadar sonra (2009) Sylvia'yla olan oğulları Nicholas 47 yaşındayken kendini asarak intihar etmiş. Kardeşi ve arkadaşları depresyonda olduğunu söylemişler.

İlgilenenler için Sylvia isimli bir film de mevcut. Ayrıca Sylvia'nın ölümünden sonra Hughes tarafından yayınlanmış günlükleri de var. Fakat Ted Hughes ölümüne yakın dönemleri çocuklarını kötü etkileyeceği düşüncesiyle imha etmiş. Hatta Sylvia'yı bu kadar kötü etkileyen bir adamın bu işe el atması açısından günlüklerin güvensiz olduğu bile söylenmiş. Yine de onu tanımak için en iyi fırsat budur diye düşünüyorum.
Bu da şimdiye kadar yazdığım en uzun yazı oldu sanırım. Aslına bakarsanız az bile sayılır. Çünkü yazıda bir aile için çok fazla ölüm var.