9 Nisan 2017 Pazar

Lampedusa

Lampedusa, İtalya'nın güneyinde bir ada ve maalesef mültecilerin de kaçış için en yakın gördükleri yer. 
3 Kasım 2013'te, 518 mülteciyi taşıyan bot 36 saatlik yolculuğun sonunda Lampedusa açıklarında saat gece 2'de batıyor. Her biri Avrupa'da yeni bir yaşam için insan kaçakçılarına yaklaşık 5,000 TL ödemiş 518 mülteci. Lampedusa kıyılarına yaklaşınca botun motoru yakalanmamak için kapatılmış ve bot bir süre sonra doluluktan su almaya başlamış. Su almaya başlayınca motoru tekrar çalıştırmaya çalışırken telaşlanıp yanlışlıkla mültecilerin üşümemek için üstlerine sardıkları battaniyelerden biri alev almış. Sabah 6 olup da hava aydınlanmaya başlayana kadar onları kimse fark etmemiş. Bir yardım botu gelip yaralıları o saatten sonra kurtarmaya başlasa da 12 yaşın altındaki bütün çocuklar ölmüş. Toplamda 366 kişi hayatını kaybetmiş. 
Bu olaydan yaklaşık 3 yıl sonra Nina Frassica, Avrupa'da yeni bir yaşam hayaliyle yola çıkıp Lampedusa açıklarında hayatını kaybeden tüm mülteciler anısına aşağıdaki şarkıyı yazmış. 
Hikayesini ve sözlerini okuduktan sonra ben klipten ve şarkıdan çok etkilendim. Okuyanların da kalbine dokunması umuduyla paylaşıyorum.


,

A mare si gioca
(Denizde oynarsın/oynanır)
Si possono fare i castelli di sabbia
Kumdan kaleler yapabilirsin
si può stare sotto l'ombrellone a fare le parole crociate
Şemsiyenin altında oturup bulmaca çözebilirsin
si può giocare con le racchette e la pallina
Raket ve topla oynayabilirsin
si possono fare volare gli aquiloni
Uçurtma uçurabilirsin
e si può scrivere il proprio nome sulla sabbia
İsmini kuma yazabilirsin
a mare si gioca
Denizde oynarsın
si possono fare le gite con il canotto
Şişme botla gezebilirsin
si può prendere un materassino e fare il bagno con il bambino
Şişme yatak getirebilirsin ve çocuklarla yıkanabilirsin
gli puoi mettere i braccioli, la maschera,
Kollarını koyabilirsin, maske yapabilirsin
e poi quando esce dall'acqua starci insieme,
Sudan çıktığında beraber durabilirsin
e giocare con lui, con la paletta e il secchiello
Onlarla, topla ve kovayla oynayabilirsin
perché a mare si gioca
Çünkü denizde oynarsın
a mare si gioca
Denizde oynarsın
i gabbiani lo sanno,
Martıları bilirsiniz
infatti volano a pelo d'acqua…e urlano
Uçarken neredeyse tüyleri suya değer… ve bağırırlar
e poi salgono su su altissimi… e fanno finta di essere delle nuvole
Ve sonra çok çok yükseklere çıkarlar… ve sanki birer bulutmuş gibi yaparlar
i pescatori sono loro amici e gli lanciano i pesci
Balıkçılar arkadaşlarıdır ve onlara balık atarlar
e loro ricambiano, riempiendo di allegria bianca
Ve geri dönerler, beyaz bi mutlulukla dolarlar
i quadri, i cieli, le acque e la vita
Resimler, gökyüzü, su ve hayat
a mare si gioca
Denizde oynarsın
giocano tutti!!
Herkes oynar
Si può giocare al gioco dello scafo
Botla oynayabilirsin
si sale tutti su un gommone
Herkes şişme bir bota biner
fino a riempirlo all'inverosimile
Botu olması gerekenden çok daha fazla doldurursun
quando quello che porta il gommone,
Bota bindiğinde
che comanda,
emrederler
dice di buttarsi tutti a mare
derler ki herkes denize atlasın
ci si butta a mare,
Denize atlarsın
è un gioco
Bu bi oyun
Quando io ero giovane lavoravo nella guardia costiera, a Lampedusa
Ben gençken Lampedusa’da cankurtarandım
quante cose che ho visto!!
O kadar çok şey gördüm ki
Una volta mentre giravamo abbiamo visto 366 delfini impigliati nelle reti,
Bir keresinde etrafta gezinirken 366 yunusun ağa yakalandığını gördük
erano scappati dalle acque dove erano nati,
Doğdukları sulardan kaçmışlardı
forse per fame, forse perché c'era una guerra sottomarina tra pesci,
Belki açlıktan, belki suyun altında balıklar arasındaki savaştan
noi li abbiamo liberati tutti dalle reti
Hepsini ağlardan kurtardık
e li abbiamo visti nuotare velocissimi, saltare fuori dall'acqua e inseguirsi…giocavano!!!!!
Ve çok hızlı bir şekilde yüzdüklerini gördük, suda zıplayarak ve birbirlerini takip ederek… Oynuyorlardı!
A mare si gioca
Denizde oynarsın
si gioca!!
Oynarsın!
Ci sono bambini
Çocuklar vardı
che giocano a stare immobili con la faccia in acqua
yüzleri suyun içinde hareketsiz durmaca oynayan
senza respirare
nefes almadan
perché tanto lo sanno
Çünkü biliyorlar
che sta per arrivare la mano forte del papà
babalarının güçlü ellerinin uzanmak üzere olduğunu
che li prenderà e li farà giocare
onları alacağını ve oynatacağını

26 Mart 2014 Çarşamba

Seyirci Etkisi: Yardıma ihtiyacı olan insanlara neden yardım etmiyoruz?

Kitty Genovese
Tarih, 13 Mart 1964; yer, New York’un Queens Bölgesindeki Kew Gardens. Saat, gecenin üçü. Birazdan, Amerikan kamuoyunu sarsacak ve sonra da, tüm sosyal psikoloji kitaplarına girecek bir cinayet işlenecektir. Kitty (Catherine) Genovese adındaki genç kadın, evine doğru yürümektedir. Genç kadının arkasından tecavüz amaçlı yaklaşan bir erkek (Winston Moseley), bıçağıyla Kitty Genovese’i tehdit eder. Kitty, karşı koyar ve bağırarak yardım ister. Tecavüzcü, Kitty’yi bıçaklar ve kaçar. Daha sonra, etraftan bir ses çıkmadığını gören tecavüzcü, tekrar Kitty Genoves’in yanına gelir. Sürünerek evine doğru gitmeye çalışan genç kadın, tekrar bağırır. Bu bağırmaya, sokaktaki evlerin bazılarının ışıkları yanar. Bundan korkan saldırgan, Kitty Genoves’i tekrar bıçaklar ve kaçar. Ancak, yardıma kimse gelmez. Bundan cesaret alan tecavüzcü, Kitty Genoves’in yanına tekrar gelerek, bağırarak yardım istemekte olan genç kadına son bıçak darbelerini de indirir ve karanlıkta kaybolur.
Winston Moseley

Olaydan birkaç gün sonra, Times’ın Pulitzer ödüllü yazarı A. M. Rosendal, kentin emniyet müdürü ile yemek yerken, Kitty Genovese cinayetini emniyet müdüründen işitir. Bu olayda emniyet müdürü için normal olan, ancak Rosendal’i şaşkına çeviren bir şey vardır. Polislerin, görgü şahitleri ile yaptığı konuşmalarda, 38 kişi olayı görmüştür. Rapordan anlaşılmaktadır ki, Kitty Genoves’in yardım için ilk bağırışının duyulması ile, tecavüzcünün, genç kadını en son bıçaklayıp kaçması arasında otuz beş dakika geçmiştir. Kitty Genovese, bu süre içinde devamlı yardım istemiş ama kimse yardıma gelmemiştir. Rapora göre 38 kişiden hiç kimse polise, saldırı hakkında ihbar için telefon açmamıştır.
Rosendal, olayı detayları ile birlikte gazetesine taşır. Cinayet olayı, Amerikan kamuoyunu epey meşgul eder. Haber; diğer TV, gazete ve radyo kanallarına yayılır. Tartışma programları yapılır.
Kişilerin, Kitty Genovese ve benzeri olaylara seyirci kalması nedeniyle bu olay Seyirci Etkisi (Bystander Effect) şeklinde isimlendirilmiş, sosyal psikoloji biliminin içine ayrı bir konu olarak girmiştir.

2010'da İtalya'da bir metro istasyonunda yaşanan ve Maricica Hahaianu adlı kadının ölümüyle sonuçlanan aşağıdaki olayda insanların bir süre yerde yatan kadına yardım etmemesi de Seyirci Etkisine örnek olarak gösterilmiştir.

Böyle bir olay karşısında şunu sormak gerekiyor. Bazen, zor durumdaki kişi ve kişilere neden yardım ederiz? Yeri geldiğinde yanan binalardan kişileri kurtarır, kavgaları ayırırız buna karşılık bazen de yardım etmeyiz? Neden?
Kamuoyunu rahatsız eden bu olay, sosyal bilimlerle ilgilenen Bibb Latane ve John Darley isimli iki sosyal bilimci profesörün dikkatini çeker.
Latane ve Darley, bu olayda, şahitlerin duyarsız kalmasını, sadece “görgü tanıklarının korkmasına” bağlamazlar. Bazı deneyler ve araştırmalar yaparak, olayla ilgili hipotezler ileri sürerler.
Latane ve Darley’e göre bu tür olaylarda duyarsızlık gibi görünen kavramın altında iki ana unsur yatmaktadır.
1- Bir kişi, kalabalık bir ortamda yardıma ihtiyaç duyacak şekilde zor bir duruma düşerse, çevredeki her bir kişi, diğerinin olayla ilgileneceğini düşünür ve dolayısıyla, kalabalık ortamda, yardım edilecek kişi için bireyin (yardım edecek kişinin) potansiyel sorumluluğu azalır.
2- Çoğu kişi için, acil bir durum, gerçekten de acil bir durum gibi görünmez. Sokakta yatan adam, kalp krizi mi geçirmiştir yoksa alkolden sızıp kalmış bir sarhoş mudur? Eğer evin içinde isek, sokaktan gelen bir ses, bir silah sesi midir yoksa bir arabanın egzozu mudur? Bitişik daireden gelen gürültü, polisi çağıracak kadar önemli bir kavga mıdır yoksa, hiç kimsenin karışmaması gereken ve birazdan bitecek olan bir karı koca münakaşası mıdır? Eğer yardım ederse, aslında yanlış anladığı olaydan dolayı utanacak mıdır?
Bu gibi durumlarda, olaya şahit olan bizler, diğer kişilere bakarız. Diğerleri ne yaparsa bizler de onu yaparız. Kalabalık ortamda bir kişi yere düştüğünde, diğer kişilerde, düşen kişiye yardım etmeye yönelik bir telaş yoksa bizler de, telaşlanacak bir şey olmadığını düşünür, diğerleri gibi davranır ve düşen kişiye yardımcı olmayız. Sosyal bilimlerde, bir olay karşısında, diğerlerinin davranışına bakarak, bu davranışın doğru olduğuna karar verip bizim de aynı davranışta bulunmaya “Toplumsal Kanıt İlkesi” denir.
Diyelim ki bir tiyatrodasınız. Bir seyircinin, “yangın var” diye bağırdığını varsayalım. Bu durumda, çevremize bakarız. Eğer kişilerde bir heyecan, bir hareketlenme yoksa, durumun acil olmadığına kanaat getirir, yerimizden kalkmaya yönelik bir davranışta bulunmayız. Latane ve Darley’e göre, böyle durumlarda çoğulcu bir kayıtsızlık devreye girmektedir. Bir başka deyişle, “sayı çokluğunun güvencesi” bizi toptan bir yanılgıya götürmektedir.
İsterseniz, biraz da yapılan deneylere bakalım.
Bir deneyde, işe eleman almak için verilen bir ilana başvuran kişiler, başvuru formunu doldurmaları için bir odaya alınır. Kişi, formu doldururken odada yalnız bırakılır ve odanın bir tarafından da içeriye yavaşça duman verilir. Görülmektedir ki, odada sadece bir kişi bulunduğunda, kişilerin % 75’i, durumu ilgililere haberdar etmektedirler. Diğer bir ifade ile, odada tek kişinin bulunduğu yüz adet deneyde, 75 kişi, dumanı bir tehdit olarak algılayıp, idareyi haberdar etmektedirler. Buna karşılık, odaya, başvuru doldurması için 3 kişi alındığında, haberdar etme oranının % 38’e düşmektedir. Toronto’da yapılan başka ve benzer deneyde, tek kişilerde aynı oran % 90 iken, üç kişi ile yapılan deneyler için % 16 oranı elde edilmiştir.
Aşağıdaki video duman deneyine bir örnektir.

Başka bir deneyde, yolda sara krizi nedeniyle yere düşen bir kişiye (yere düşen kişi, sara krizine kapılmış gibi görünen, deneyden haberi olan yalancı denektir) o anda çevresinde tek kişi varken, yardım edenlerin sayısı % 85 iken, çevrede beş kişi olduğu zamanda ise bu oran %30 olmuştur. Burada da, olaya şahit olanların sayısı arttıkça, başkalarının davranışlarına bakarak, olayın acil bir durum olmadığına kanaat getiririz.
Görüldüğü gibi, yardım gerektiren bir olay karşında ve kalabalık ortamda, yardım oranının düşmesinin nedeni, tek kişi olduğumuz durumdakine göre üstleneceğimiz sorumluluğu azalmasıdır. Bir başka deyişle, kişilerin artan sayısı, sorumluluğumu azaltmakta ve beni, o yardımı yapmaktan alıkoymaktadır. Eğer, ortamda tek kişi isek, bu defa da, yardım etmeme durumu ile kendimizi suçlu hissetme mekanizması devreye girmekte, bizi yardıma yönlendirmektedir.
Tabii ki, başka etkenler de, seyirci etkisi veya sorumluluk paylaşımı gibi değerleri etkilemektedir. Söz gelimi, yardım edilecek kişinin kadın veya erkek olması, giyilen kıyafetin düzgünlüğü, onunla olan yakınlığımızın derecesi, yardım zamanının gece veya gündüz olması, şehir içi bir yolda veya bir otobanda olmak, gibi ortamları örnek verebiliriz.
Aşağıdaki videodaki deney kadın/erkek olmanın ya da giyiminizin size yardım edilmesini nasıl etkilediğini göstermek üzere yapılmıştır.
Bu deneyde de insanlarla aramızdaki yakınlığın o kişiye yardım etmemiz üzerindeki etkisi görülmektedir.
 (Erol Güldürsün'ün "Kitty Genovese Olayı" isimli yazısından alıntılanmıştır.)

13 Şubat 2014 Perşembe

What I Be Project

Steve Rosenfield tarafından hayata geçirilmiş bir proje.
Bilindiği üzere her toplumun kendine göre belli kalıpları var ve bu kalıpların dışında kalan insanlar daima dışlanır, alaya alınır, yargılayıcı bakışlara ve sözlere maruz kalırlar. Projenin amacı da insanlara her zaman farklılıklar olabileceğini göstermek ve insanların birbirlerini açık yüreklilikle kabul etmelerini sağlamak.
Proje bir sosyal deney olarak başlayıp küresel bir harekete dönüşmüş durumda.
Proje adını Steve'in arkadaşı olan Micheal Franti'nin aynı isimli bu şarkısından almış.
Fotoğraflardan bazıları şöyle:
 "Yetim"
 "Her zaman (senden) daha iyi biri vardır."
"Düşünmeyi bırak."
"Paranoyak"
"Çirkin"
"Kaltak"
"Odadaki şişman kız"
"Başkaları ne düşünür?"
 Fotoğrafların tamamı için tıklayın.

27 Ocak 2014 Pazartesi

54 Yıl Süren Maraton

Shizo Kanakuri, 1891 Japonya doğumlu bir atlet. Japonya'nın en iyilerinden ve ülkesinde "maratonun babası" olarak anılmakta.

Kanakuri, 1912 Stockholm Olimpiyatları'na Japonya'nın gönderebildiği iki yetenekli atletten biriymiş. Maratonun yapıldığı gün beklenin üzerinde bir sıcaklık -40 derece- varmış. Bu yüzden koşucuların yarısından fazlası
hipertermi*ye girmiş. Sıcaklığın üstüne yaptığı uzun yolun yorgunluğu ve yerel yemeklerle ilgili yaşadığı problemler de eklenince Shizo Kanakuri parkurun yarısında bilincini kaybetmiş. Çiftçi bir aile onunla bir süre ilgilenmiş. Kanakuri daha sonra maraton yetkililerine haber vermeden Japonya'ya dönmüş. İsveçli yetkililer 50 yıl boyunca Shizo Kanakuri'nin maraton esnasında kaybolduğunu düşünmüşler. Japonya'da yaşamaya devam ettiğinin anlaşılması tam 50 yıl almış. 1966 yılında bir İsveç televizyon kanalı onunla irtibata geçip şimdi yarışı bitirmek isteyip istemediğini sormuş. Bu sırada 65 yaşında olan Kanakuri teklifi kabul etmiş. İsveç'e gidip yarışı bitirmiş. Böylece yarışı bitirmesi tamı tamına 54 yıl, 8 ay, 6 gün, 5 saat, 32 dakika and 20.379 saniye sürmüş.
Kanakuri yarışı bitirdiğinde şöyle demiş: "Uzun bir yolculuktu. Buraya gelene kadar evlendim, 6 çocuğum ve 10 torunum oldu."

Aşağıdaki fotoğrafta bitiş çizgisinden geçerken görülüyor.

Kanakuri, 92 yaşında Japonya'da vefat etmiş.


*Hipertermi: vücut sıcaklığı 41 °C veya daha yüksek bir değere yükseldiğinde ortaya çıkan ve termoregülatör mekanizmaların bozulmasına, sıcak çarpmasına yol açabilen bir durumdur. (vikipedi)

26 Ocak 2014 Pazar

"İkiyüzlülüğün" Yaratıcı Hali

Sebastian Bienek, 1975 Polonya doğumlu bir yönetmen, yazar, ressam ve fotoğrafçı. Neredeyse sanatın her dalına biraz el atmış. Basılı bir kitabı ve uzun metraj bir de filmi var.
Burada 2013 yılında yayınladığı Doublefaced isimli foroğraf serisine göz atacağız. Yakın zamanda gözünüze çarpmış olması muhtemel. Tüm fotoğrafları görmek isteyenler için link.


25 Ocak 2014 Cumartesi

Alive Without Breath

Keng Lye, Singapur'lu bir sanatçı. Boya ve reçine kullanarak canlı gibi görünen hayvan "heykelleri" yapıyor. Kaseleri, kovaları katman katman boyayarak dolduruyor. "Alive Without Breath" adını verdiği sergisinin bazı parçalarını aşağıda bulabilirsiniz.
Kullandığı teknik Riusuke Fukahori'ninkine çok benzediğinden bu linke tıklayarak yapılışı konusunda fikir sahibi olabilirsiniz.

24 Ocak 2014 Cuma

Yemekten Tablolar

Hong Yi, Malezyalı bir mimar ve sanatçı. "Fırçasız resim yapmayı seven sanatçı" olarak anılıyor, çünkü tablolarının hiçbirinde bildiğimiz klasik yöntemleri kullanmamış. Kullandığı şeyler arasında: çiçekler, kahve, pirinç, çeşitli yiyecekler, erimiş mum damlaları, çoraplar, baketbol topu ya da kahve kupasıın bıraktığı izler bile var. Şimdilik burada tamamamını sadece yemeklerden yaptığı çalışmaları paylaşacağım.
Portfolyosuna göz atmak isteyenler buraya tıklayabilir. Instagram'da takip etmek isteyenler için de kullanıcı adı: @redhongyi.